En güzel eğitim öyküleri:

  • Konbuyu başlatan nekibuki
  • Başlangıç tarihi
N

nekibuki

Guest
GERÇEK SEVGİ BU!!!

Aşağıdaki hikâye Japonya'da yaşanmış gerçek bir olaydır. Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon bunun için bir duvarı yıkar.Japon evlerinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boşluk bulunur. Duvarı yıkarken, orada dışardan gelen bir çivinin ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür. Adam bunu gördüğünde kendini kötü hisseder ve aynı zamanda meraklanırda kertenkelenin ayağına çakılmış çiviyi görünce. Muhtemelen bu çivi 10 yıl önce, ev yapılırken çakılmıştı.Nasıl olmuştu da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamayı başarmıştı? Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yasamak çok zor olmalıydı. Sonra bu kertenkelenin 10 yıldır hiç kıpırdamadan nasıl 10 yıl yaşadığını düşündü ayak çivilenmişti! Böylece çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye başlar, ne yiyor acaba? Sonra nereden çıktığını fark edemediği başka bir kertenkele gelir ağzında taşıdığı yemekle...
İnanılmaz! Adamı sersemletir gördüğü manzara. Bu nasıl bir sevgi?
Ayağı çivilenmiş kertenkele,10 yıldır diğer kertenkele tarafından beslenmekteydi...
 
Son düzenleme:
S

seval

Guest
HER ŞEYDE BİR HAYIR VARDIR!
Bir zamanlar ülkenin birinde padişah ve çok yakın arkadaşı varmış.Padişah ve arkadaşı küçüklüklerinden beri hiç ayrılmamışlar.Hep birarada geçermiş zamanları.Padişahın arkadaşının bir özelliği varmış.Nasıl bir olay olursa olsun hep'BUNDA DA VARDIR BİR HAYIR' dermiş.
Bir gün padişah ve arkadaşı ormana ava gitmişler.Yanlışlıkla arkadaşı padişahın parmağına ateş etmiş ve padişahın parmağı uçmuş.Pasişah çok sinirlenmiş.Ama arkadaşı bir o kadar sakinmiş.BUNDA DA VARDIR BİR HAYIR demiş.Padişah iyice sinirlenmiş.'Sen ne dediğinin farkında mısın parmağım gitti senin yüzünden nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun' demiş.Arkadaşı yine sakin bir şekilde 'BUNDA DA VARDIR BİR HAYIR' deyince kral sinirlenip çok sevdiği arkdaşını zindana attırmış.
Gel zaman git zaman kral bir adaya esir düşmüş.Yamyam kabilesi tarafından askerleriyle birlikte yenilmek üzereymiş.Askerlerini yemişler sıra padişaha gelmiş.Ama bakmışlar ki padişahın parmağının biri yok.Onlara göre eksik insan yemek uğursuzlukmuş.O nedenle padişahı bırakmışlar.
Padişah koşarak gidip arkadaşını zindandan çıkarmış.
'Haklıymışsın o olayda da bir hayır varmış.Senin sayende ölümden kurtuldum.'diyerek arkadaşına teşekkür etmiş.
Arkadaşı her zamanki rahatlığı ile 'BUNDA DA VARDIR BİR HAYIR'demiş.Kral yine şaşırmış.
'Yahu senelerdir benim yüzümden zindandasın.Kurtuluyorsun hala öyle diyorsun'deyince arkadaşı:
'TABİ BUNDA DA VAR BİR HAYIR.EĞER SEN BENİ ZİNDANA ATMASAN BEN DE ESİR DÜŞERDİM SENİNLE VE BENİ YERLERDİ AMA ŞİMDİ İKİMİZ DE KURTULDUK' demiş.
 
B

berceste

Guest
Hocam harika öyküler çok işime yarayacak.Zaten benim de okumaktan çok zevk aldığım yazılardır.Teşekkürler...
 
G

gringo

Guest
"Asla bilmeyenle tartışma"
Usta bir ressam, genç öğrencisinin eğitimini tamamlaması için bir öneride bulunmuş. Buna göre, yaptığı son resmi kentin en kalabalık meydanına götürüp, birkaç gün herkesin göreceği şekilde sergilemesi gerekiyormuş.

Genç adam tam kapıdan çıkmak üzereyken, ustası yanına birkaç kırmızı kalem alması gerektiğini söylemiş. Ve eklemiş; 'Tabloyu bıraktığın yere bir de not yazmalısın. Lütfen beğenmediğiniz yerleri bu kalemle işaretleyiniz.'
Çırak, ustasının dediğini yapıp, doğru en kalabalık meydana koşmuş yaptığı resimle.

Kalemleri tablonun yanına bırakıp, notu da en görünülür yere iliştirmiş tabii. Aradan birkaç gün geçmiş, ustası bu kez, gidip resme bakmasını istemiş genç öğrencisinden.

Merakla koşmuş meydana ki; ne görsün?

Yaptığı güzelim resmin, kırmızı kalemle işaretlenmiş çarpılardan neredeyse görünmüyor.

Boynu bükük, hüsran içinde dönmüş ustasının yanına.

Ustası üzülmemesini, resme devam etmesini önermiş.

Biraz daha hırslı, biraz daha cesur davranmış bu kez. Resmi tamamladığında, yine aynı meydana gitmek üzere hazırlanırken, ustası bu kez, kırmızı kalemleri bırakıp, yerine bir palet dolusu çeşitli renklerde boya ve birkaç fırça almasını salık vermiş. Tabii yine aynı notla; 'Beğenmediğiniz yerleri lütfen düzeltir misiniz?'

Bir hafta sonra, genç adam sabırsızlıkla meydana koşmuş. Bir de bakmış ki; resminde tek bir fırça darbesi, fazladan bir renk şekil yok.
Mutluluktan uça, uça ustasına koşmuş, 'Nihayet' demiş, 'Resmimi beğendiler. Kimse elini sürmemiş boyalara. Kimse düzeltme yapmamış.'
Ustası durumu şöyle özetlemiş genç adama; 'İlkinde insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi, gelip senin resmini karaladı. İkincisinde onlardan yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye cesaret edemez.'

Dolayısıyla;

1)Emeğinin karşılığını ne yaptığını bilmeyen insanlardan alamazsın,
2)Değerini bilmeyenlere sakın emeğini sunma,
3)Asla bilmeyenle tartışma


Memleketin genel durumuna bakınca, meydanlar dolusu kırmızı kalemli insan görmek zor değil. Hele ekranlarda... Kimse önündeki resmi düzeltecek kadar bilgi sahibi değil ama iş karalamaya gelince, Allah ne verdiyse...

Sanırım olması gereken şu; hayatınızı bilgiye ve emeğe dayandırdıysanız eğer, sadece sizin kapasitenizdeki insanlara kulak verin. Diğerleri sivrisinek hesabı.
 

halime

Vip Üye
çok harika öyküler.bende yazmak istrdim ama zamanım öyle kısıtlıki bu güzel sitede neler var diye bile bakmakta zorlanıyorum.inşallah bebeğim biraz daha büyüdüğünde bu paylaşım kardeşliğine küçükte olsa katkıda bulunmak istiyorum.çünkü bende kendimden birşeyler vermeden herzaman arkadaşların emeklerinden faydalanmak beni biraz üzüyo.bu siteye emeği gecen herkese çoook teşekkürler
 
S

sunrise

Guest
Merhaba,

Ben de bir öykü eklemek istiyorum.Gerçek,yaşanmış bir olay.İsimleri,mekanları değiştirip ,kendimden de bir şeyler katarak yazdım.İşte böyle bir şey çıktı ortaya,umarım beğenirsiniz.Yorumlarınızı almak isterim.

İKRAM

Telefon ısrarla çalıyordu.Nurcan sabahın erken saatlerindeki o tatlı ve derin uykusundan güçlükle uyanıp başucundaki telefona uzandı:
‘’Alo,Abla,kaç keredir çaldırıyorum,kimseden ses yok.Hasta mısın yoksa,merak ettim seni.’’
Arayan kız kardeşi Aycan’dı.
‘’Hasta falan değilim,uyanamadım.’’
‘’Senin Cuma sabahları dersin yok muydu?Yanılıyor muyum yoksa?’’
‘’Yanılmıyorsun dersim var ama bugün beni okula Mehmet bırakacak,yarım saat daha uyumayı kar saymıştım kendime.Her gün erken kalkmaktan bıktım.Peki sen neden bu saatte aradın,kötü bir şey mi var,annemler iyiler mi?’’
‘’Endişelenme,yok kötü bir şey.Kızlar sıkıldılar,hafta sonuna Antalya’ya gelmek istiyorlar.Biliyorsun Burdur küçük yer,eğlence bulamıyorlar.Bir de hafta sonu orada takı ve çiçek fuarı varmış,görmek istiyorlar.Erkenden aradım ki bir planınız programınız var mı diye.’’
‘’Yok,önemli bir şey yok,gelin siz,ama bir dakika,Sayıştay Başkanı Mustafa Bey burada.Biliyorsun eniştenin uzaktan akrabası olur.Otelleri denetlemek için gelmiş,akşam onunla yemeğe çıkacaktık.’’
‘’O zaman biz haftaya gelelim.Nasıl olsa okulların kapanmasına da az kaldı.’’
‘’Kızım,o zamana kadar fuarlar kapanır,hem onu siz de tanıyorsunuz.Sakıncası yok,gelin siz.Hem Burak da burada,bir haftalık tatili var,onu da görmüş olursunuz.’’
‘’Tamam,bir bakalım,Selçuk’la bir konuşayım,ya ablacığım,kusura bakma uyandırdım seni.’
‘’Dert etme ,nasıl olsa uyanacaktım,bir emekli olsam da kurtulsam şu erken kalkmalardan!’’
Nurcan ve Aycan Burdur’lu öğretmen bir karı-kocanın kızlarıydılar.Anne-babaları onların da öğretmen olmalarını istemişler ve kızlar buna itiraz etmemişlerdi.Nurcan’ın branşı tarih,Aycan’nınki ise matematikti.Kardeş olarak ilişkileri de güzeldi,uzak yerlerde değildiler ama birbirlerine duydukları özlem hiç bitmezdi.Nurcan evlenip Antalya’ya yerleşti,Aycan da Burdur’a.
O gün okul sonrası hazırlanıp yola koyuldular.Artık haziran güneşi gün batımına doğru bile yakıyordu.Yol kenarındaki tarlalarda buğdaylar sararmıştı.Bu kısa yolculuktan sonra kapıyı Nurcan açtı:
‘’Oo,hoş geldiniz,iyi ki de geldiniz,özlemiştim sizleri.’’
‘’Biz de öyle ablacığım,Burak nerede?’’
‘’Arkadaşlarıyla buluştu,gelir birazdan.’’
Burak Ankara’da veterinerlik okuyordu,okulu bu sene bitecekti.
‘’Eşyalarınızı bırakıp hemen hazırlanın.Geçen yıl yeni bir otel açıldı.Mustafa Bey o oteli de denetliyor.Ayrıca Hakkı Bey ve eşi de var.Hakkı Bey buradaki en büyük ayakkabı mağazasının sahibidir.Mehmet hem bu otelin hem de Hakkı Bey’in muhasebe defterlerini tutuyor.’’diyerek açıklama yaptı Nurcan.
Otel gerçekten çok güzeldi.Lara yolu üzerinde,denize karşı,modern bir mimariye sahip büyük bir oteldi.Bahçesi özenle düzenlenmişti,daha doğrusu küçük bahçeciklerden oluşan geniş bir yeşil alanı vardı.Özel ışıklarla aydınlatılmış,büyük giriş kapısından içeri girdiler.Daha ileride resepsiyonu geçtikten sonra çok zengin bir açık büfe yerleştirilmişti.Büfenin sağ tarafında yine büyük bir restoran yer almaktaydı.Açık büfede yemeklerin başında tiril tiril beyaz giysileri ve şapkalarıyla aşçılar beklemedeydi.
Onlar dışarıya,bahçeye çıkmayı tercih ettiler.Birkaç genç garson onlara yol gösterdiler.Özel olarak ışıklandırılmış,büyük bir çam ağacının altında bir masaya yerleştiler.Masaları gerçekten diğer masalardan farklıydı.Her ayrıntıda bir özen ve incelik göze çarpıyordu.
‘’Abla,neden otele’’Moonlight’’ismini vermişler ki,’’Ayışığı’’demek yerine?’’
‘’Bakıyorum İngilizcen körelmemiş daha,unutmamışsın.’’
‘’Lisedeki İngilizce öğretmenim sayesinde,canım.’’
‘’Biliyorsun,özellikle turistik bölgelerde otelliklerin,pansiyonların ve hatta mağazaların ve barların adları genellikle İngilizcedir.Bazen de İtalyanca,İspanyolca veya Fransızca olanlarına da rastlıyoruz.Sanıyorum yabancı konukların aklında kalıcı olsun,belki de kendilerini memleketlerinde hissetsinler diye böyle yapıyorlar.Tabii ki bu yalnızca benim tahminim.Belki de başka bir açıklaması vardır bunun.
‘’Ama Abla, bu ,bunu uygulayanlar için mantıklı olabilir belki fakat ben buna karşıyım.Zaten Türkçe’mizde yabancı sözcükler gitgide çoğalıyor.Yabancı sözcüklerin dilimizde,günlük yaşantımızda böyle ya da daha başka şekillerde kullanılması kendi dilimizi yozlaştırıyor.’’
‘’İyi de hayatım buna engel olabiliyor muyuz,çevrene bir bak,en basitinden şu otelin içinde karşılaşabileceğin yabancı sözcükleri düşün.Otel,bar,resepsiyon,restoran,disko,şef,servis gibi.Hemen aklıma geliverenler.Peki Aycan nasıl bir çözüm bulunabilir buna?’’
‘’Öncelikle okullarda başlanabilir bunun çözümüne.Ders kitapları yazılırken yabancı sözcüklerden mümkün olduğu kadar uzak durmalı,Türkçe sözcükler tercih edilmeli.’’
‘’Elbette, bu bence de en iyi çözüm.Böylece çocuklar daha ilkokulda doğru Türkçe’yle tanışırlar,Türkçe’yi doğru kullanmayı erken yaşta öğrenirler.
Onların bu sohbetini diğerleri karışmadan dinliyorlardı.Aycan bu kez Hakkı Bey’e bir soru yöneltti:
‘’Hakkı Bey,mağazanızın adı nedir?’’
‘’Ayakkabı Rüyası,Aycan Hanım.’’
‘’İşte bu kadar!’’Shoes Dream’’ yerine ‘’Ayakkabı Rüyası olunca satılmayacak mı ayakkabılar?’’
Garsonlar gerçekten arı gibi çalışıyorlardı.Servislerinde ve gösterdikleri ilgide farklı bir özen ve dikkat göze çarpıyordu.En ince ayrıntıya bile dikkat ediyorlardı..
‘’Bu otel açıldığından beri sık sık uğrarız Nurcan’la buraya ama bu akşamki kadar farklı bir ilgi görmemiştik.’’dedi Mehmet Bey.
‘’Evet,tüm ikramlar ve yemekler çok özel.Sanıyorum otelin sahibi Ali Bey burada konuk olarak bulunuyorum diye özenmiş böyle her şeye.’’Mustafa Bey’den geldi bu söz.
Yemeğin sonuna doğru gençten bir garson çok büyük ama gerçekten çok büyük,çok güzel hazırlanmış bir meyve tabağını masanın ortasına yerleştirdi.Hiç bir şey söylemeden de dönüp gitti.Meyvelerin düzenlenmesi,yerleştirilmesi çok göz alıcıydı.Aralarında yanan mumlar vardı.Ama bir tanesi vardı ki çok değişik ve ilginçti mumların.Uzun bir su bardağı şeklindeydi.İçine parmak büyüklüğünde renkli metal çubuklar yerleştirilmişti.Bu çubukların üzerine de kirazlar yaprak ve saplarıyla ağaçtan sarkar gibi konmuştu.Ve yanan mum sanki küçük bir kiraz ağacını aydınlatıyor gibiydi.
Hemen masadan beğeni sözcükleri ve çeşitli yorumlar gelmeye başladı:
‘’Oo,gerçekten harika bu tabak,hiç böylesini görmemiştim.Bu banadır mutlaka,Sayıştay başkanı olduğuma göre.Ali Bey’e teşekkür edeyim bari birazdan.’’dedi Mustafa Bey.
Hakkı Bey de tahminini şöyle dile getirdi:
‘’Ali Bey’in eşi ve kızları bizim mağazadan alışveriş yaparlar.Sıkı da bir dostluğumuz vardır.Olsa olsa bana göndermiştir.’’
‘’Bana da gelmiş olabilir bu tabak.Bu oteli açmadan önce de uzun yıllardır onun muhasebe defterlerini tutuyordum.’’Bu tahmin de Mehmet Bey’dendi.
Bayanlar ve Selçuk Bey’den hiç ses çıkmadı.Beş dakika sonra bir garson geldi,doğruca Aycan’a yöneldi,sessizce bir şeyler söyleyerek avucuna bir kağıt bırakıp gitti.Kağıdı okuyan Aycan’ın yüzünde şaşkınlık okunuyordu.Herkes meraklanmıştı:
‘’Aycan Hoca hanım ne yazıyor o kağıtta?’’diye sordular.
Okudu Aycan:
‘’Çok sevgili öğretmenim,bu benden size bir armağandı.Afiyet olsun.’’Şef Nuri
Aycan hala şaşkındı:
‘’Ama nasıl olur,ben hep Endüstri Meslek Lisesinde çalıştım.Benim nasıl bir aşçı öğrencim olabilir?’’
Herkes şaşırmıştı ve bir yanlışlık olduğunu düşünüyordu.Yine beş dakika sonra aşçı giysileri içinde uzun boylu,beyaz tenli,yakışıklı bir genç adam masaya gelerek doğruca Aycan’a yöneldi.
‘’Hocam elinizi öpeyim.’’
‘’Şef Nuri siz misiniz?diyerek yine aynı şaşkınlıkla sordu Aycan.
‘’Evet hocam,nasılsınız,açık büfenin önünden geçerken sizi gördüm ve hemen tanıdım.Ama siz beni görmediniz,Ben sizin Burdur Endüstri Meslek Lisesinden öğrencinizim.92-93 dönemi motor bölümünden.’’
‘’İyi de şu anki mesleğinle hiç ilgisi yok.’’
‘’Evet,hocam,ben zaten motor bölümünü severek okumamıştım.Benim için zaman kaybı oldu orada okumak.Yanlış yönlendirildim ailem tarafından.Hep aşçı olmayı hayal ediyordum ve bu konuda da yetenekliydim.’’
‘’Peki nasıl aşçı oldun,bu iş de bir eğitim gerektiriyor.’’
‘’Okulu bitirdikten sonra dört yıl kadar bir oto tamirhanesinde çalışıp biraz para biriktirdim.Daha sonra İtalya’ya gidip bu işin eğitimini aldım.Orada evlendim,eşim İtalyan.Sonunda gördüğünüz gibi buradayım.Biraz geç oldu ama şu an sevdiğim işi yapıyorum.’’
‘’Meyve tabağı için gerçekten çok teşekkürler,Nuri.Gerçekten çok özeldi,hele o mumdan yapılmış kiraz ağacı.’’
‘’O benim icadım,hocam,mumu kendim yaptım,süslemesini de.Hiçbir lokantada aynı şeyi göremezsiniz.Bir farklılık yapmak istedim.’’
‘’Evet,bir farklılık yaratmışsın,hepimiz bayıldık.’’
‘’Hocam,sizin de yaptığınız farklı bir şey vardı.Yalnızca siz yapardınız.Yeni bir konuya başlayacağınızda parmak uçlarınızda yükselir,karatahtanın yetişebileceğiniz en yüksek yerine renkli tebeşirlerle konu başlığını yazardınız.Ama biraz komik olurdunuz hocam.Parmak uçlarında danseden bir balerin gibi.Hiç üşenmeden her harfi farklı bir renkle,rakamları ise bir büyük bir küçük olarak yine renkli tebeşirlerle yazardınız.Farklı olmak ve farklılık yaratmak unutulmuyor öğretmenim.’’
Sarıldılar,Aycan öptü Nuri’yi.Antalya’ya gelişlerinde birbirlerini aramaya söz verdiler.
O gece Aycan hemen uyuyamadı,hatırlanmak ve unutulmamak güzeldi.Heyecanlıydı.Sabahleyin de erkenden uyandı.Ablası kahvaltı hazırlıyordu.
‘’Abla,güzel rüyalar gördüm dün gece.’’
‘’Görürsün tabii.Güzel bir sürprizle karşılaştın dün gece.Ne gördün bakalım?’’
‘’Ak sakallı bir dede bana bir küfe dolusu ağaç fidanı verdi ve kocaman bir bahçe gösterdi.’’Bu fidanları bu bahçeye dik ve sula kızım.’’dedi.Ne ağacı olduğunu da söylemedi.Daha birini dikerken fidanlar büyüyor,ağaç oluyor, meyve veriyordu.Başımı kaldırıp baktığımda gördüm ki hepsi de kiraz ağacı.’’
‘’Diktiğin fidanlar çoktan büyüyüp de meyveye dönmüş,Aycan.İşte dün gördün bunlardan birini!’’
‘’Evet ablacığım,bu mesleğin de en güzel yanı bu işte.!’’
 
B

başkentli

Guest
hocam ellerine sağlık,paylaşımın için teşekkürler.inanılmaz güzel ve etkileyici hikayelerdi.hepsini bir solukta okudum.umarım devamı gelir.
Hoş,aslında bizler,her birimiz ayrı birer hikayeyiz...hayatı bir yerlerinden yakalayıp hiç bırakmamak lazım...yoksa iş işten geçiyor,zaman su gibi akıp gidiyor avuçlarımızdan...
 
S

seradanaelt

Guest
DOĞUMDAN SONRA HAYAT VAR MI???
Anne rahmine düşen ikiz kardeşler önceleri her şeyden habersizmiş. Haftalar birbirini izledikçe onlar da gelişmişler. Elleri, ayakları, iç organları oluşmaya başlamış. Bu arada, etraflarında olup biteni fark etmeye başlamışlar. Bulundukları rahat, güvenli yeri tanıdıkça mutlulukları artmış. Birbirlerine hep aynı şeyi söylüyorlarmış:
“Anne rahmine düşmemiz, burada yaşamamız ne harika değil mi? Hayat ne güzel şey be kardeşim?”
Büyüdükçe içinde yaşadıkları dünyayı keşfe koyulmuşlar. Öyle ya, hayatın kaynağı neymiş? İşte bunu araştırırken, karşılarına anneleriyle onları birbirine bağlayan kordon çıkmış. Bu kordon sayesinde, hiçbir zahmet çekmeden, güven içinde beslenip büyütüldüklerini tespit etmişler.
“Annemizin şefkati ne kadar büyük! Bize bu kordonla ihtiyacımız olan her şeyi gönderiyor.”
Artık aylar birbiri ardınca geçiyor, ikizler hızla büyüyor, diğer bir değişle “yolun sonu”na yaklaşıyormuş. Bu değişiklikleri hayretle gözlemlerken, bir gün gelip bu güzelim dünyayı terk edeceklerinin işaretlerini almaya başlamışlar.
Dokuzuncu aya yaklaştıklarında, bu işaretleri daha kuvvetli hissetmeye başlamışlar. Durumdan telaşlanan ikizlerden birisi diğerine sormuş:
“Neler oluyor? Bütün bunların anlamı nedir?”
Öteki daha sakin ve aklı başındaymış. Üstelik, bulunduklar bu dünya çoğu zaman ona yetmiyor; duyguları daha geniş bir alemi arzuluyormuş. O cevap vermiş: “Bütün bunlar, bu dünyada daha fazla kalamayacağız anlamına geliyor.”
Ve eklemiş: “Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz.”
“Ama ben gitmek istemiyorum” diye haykırmış kardeşi. “Hep burada kalmak istiyorum.”
“Elimizden gelen bir şey yok. Hem, belki doğumdan sonra hayat vardır.”
“Bize hayat veren o kordon kesildikten sonra bu nasıl mümkün olabilir ki?” diye cevaplamış öteki. “Bize hayat veren kordon kesilirse nasıl hayatta kalabiliriz, söyler misin bana? Hem, bak bizden önce başkaları da buraya gelmiş ve sonra da gitmişler. Hiç birisi geri gelmemiş ki bize doğumdan sonra hayat olduğunu söylesin. Hayır, bu her şeyin sonu olacak.” Bütün bunları söyledikten sonra eklemiş:
“Hem, belki de anne diye bir şey de yok!”
“Olmak zorunda” diye itiraz etmiş kardeşi. “Buraya başka türlü nasıl gelmiş olabiliriz, nasıl hayatta kalabiliriz ki?”
“Sen hiç anneni gördün mü?” diye üstelemiş öteki. “O belki de sadece zihinlerimizde var. Bir annemiz olduğu düşüncesi bizi rahatlattığı için onu belki de biz uydurduk.”
Böylece, anne rahmindeki son günleri derin sorgulamalar ve tartışmalarla geçmiş.
Sonunda doğum anı gelmiş çatmış. İkizler dünyalarını terk ettiklerinde gözlerini başka bir dünyaya açmışlar ve sevinçten ağlamaya başlamışlar. Çünkü gördükleri manzara hayallerinin bile ötesindeymiş…
 
S

seradanaelt

Guest
bu dünya hayatı da böyle değil mi dostlar. Sanki gideceğimiz yer burdan kötüymüş gibi hep korkarız ölümden. ya orda bizi daha güzel bir hayat bekliyorsa. Tabi o da, buradaki hal ve hareketlerimize, ev sahibini memnun edip etmediğimize bağlı...
 
Üst