E
ekinezya
Guest
Öğretmenler Günü konuşma metnim,paylaşmak istedim...Umarım memnun oursunuz.
................................
Arkadaşlarıyla evcilik oynayan, çamurdan doğum günü pastaları yapıp üzerindeki çöpten mumları üfleyen küçük bir kız çocuğu iken, öğretmen olmak değildi hayalim.
Bir türlü doğrularını bulamayan, yapboz tahtasına çevrilen eğitim sistemimizin çürük saç ayaklarından biriydim yalnızca. Edebiyata ve şiire aşık iken babamın zoruyla lisede matematik bölümünde buldum kendimi. Oysa ben avukat olmak istiyordum. Her gece rüyamda mahkeme salonlarında, filmlerde izlediğim kahramanlar gibi hararetli bir savunma avukatı olarak görüyordum kendimi. Matematik bölümünden mezun olup avukat olmayı hayal etmek ise tam bir hayalperestlikmiş o zamanlar. Sonra baktılar ki benden ne mimar ne mühendis olabilecek, avukat da olamıyorum bari öğretmen ol dediler. Öğretmen oldum, öylesine, tamamen tesadüfen. Dört yıllık üniversite eğitiminden sonra bir de baktım ki bir ay önce yurttaki arkadaşlarını çatal iğnelerle yataklarına tutturup, yüzlerine çeşitli kalemler ve rujlarla resimler çizen ben öğretmen olmuşum. Sonra yine bir gün Sakarya’ya tayinin çıktı, haydi gidelim dedi babam, toplanıp gittik. Ben yine dünyadan ve öğretmenlikten habersiz başladım göreve. Kendimi ilk gün, yüzlerce kız öğrencinin karşısında üzerimde bir tayyör ve topuklu ayakkabılarla buldum daha doğru dürüst yürümeyi dahi beceremeden. Lise son sınıftaki öğrencilerim benden yalnızca 3-4 yaş küçüklerdi ve size Figen abla diyelim bari deyip kahkahalarla gülmüşlerdi. Tam bir kabustu,yer yarılsa da içine girsem,eve gitsem de bir daha gelmesem diye düşündüm ve nasıl ürktüm anlatamam. Daha birkaç ay önce öğrenciyken, yüzlerce öğrencinin öğretmeniydim artık ve işe önce öğrenmekle, öğretmeyi öğrenmekle başladım.
Her sabah bir gün bu işi bırakıp kendi kendimin patronu olacağım diyerek gittiğim okulumdan ve öğrencilerimden zamanla kopamaz hale gelmiştim. Babam hep derdi de inanmazdım. Tebeşir tozunu bir kez yutup, öğretebilmenin zevkine varınca bu mesleği bir daha asla bırakamıyorsunuz. Öğrencilerinizle gülüyor, onlarla üzülüyor, onlarla doğuyor ve sanki onlarla ölüyorsunuz. Sonra anlıyorsunuz ki; kendinizi kurtarmanın en iyi yolu başkalarını kurtarmak için çabalamak. Başka yüreklerde yaşamanın, küçük yüreklerde atmanın sevinci hiçbir yerde, hiçbir şeyde yok. Hayattaki hiçbir mutluluk bir şeyler öğretebilmekten, minicik yüreklerde bir mum yakabilmekten, o minicik yüreklerin tutunabilecekleri bir dal sımsıcak bir el olabilmekten daha büyük değil. Bu meslek başka
bir aşk. Her aşk gibi tarifi imkansız. Yalnızca içinizde hissediyorsunuz. Bu aşkla yanıyor, bu aşkla üşüyorsunuz. Size bakan minicik gözlerde kendinizi bir devmiş gibi görüyorsunuz.
Bana ve tüm öğretmenlere bu aşkı yaşattığınız için hepinize teşekkür ediyorum canlarım. Yüzünüzden gülücük, yüreğinizden sevgi hiç eksik olmasın.
................................
Arkadaşlarıyla evcilik oynayan, çamurdan doğum günü pastaları yapıp üzerindeki çöpten mumları üfleyen küçük bir kız çocuğu iken, öğretmen olmak değildi hayalim.
Bir türlü doğrularını bulamayan, yapboz tahtasına çevrilen eğitim sistemimizin çürük saç ayaklarından biriydim yalnızca. Edebiyata ve şiire aşık iken babamın zoruyla lisede matematik bölümünde buldum kendimi. Oysa ben avukat olmak istiyordum. Her gece rüyamda mahkeme salonlarında, filmlerde izlediğim kahramanlar gibi hararetli bir savunma avukatı olarak görüyordum kendimi. Matematik bölümünden mezun olup avukat olmayı hayal etmek ise tam bir hayalperestlikmiş o zamanlar. Sonra baktılar ki benden ne mimar ne mühendis olabilecek, avukat da olamıyorum bari öğretmen ol dediler. Öğretmen oldum, öylesine, tamamen tesadüfen. Dört yıllık üniversite eğitiminden sonra bir de baktım ki bir ay önce yurttaki arkadaşlarını çatal iğnelerle yataklarına tutturup, yüzlerine çeşitli kalemler ve rujlarla resimler çizen ben öğretmen olmuşum. Sonra yine bir gün Sakarya’ya tayinin çıktı, haydi gidelim dedi babam, toplanıp gittik. Ben yine dünyadan ve öğretmenlikten habersiz başladım göreve. Kendimi ilk gün, yüzlerce kız öğrencinin karşısında üzerimde bir tayyör ve topuklu ayakkabılarla buldum daha doğru dürüst yürümeyi dahi beceremeden. Lise son sınıftaki öğrencilerim benden yalnızca 3-4 yaş küçüklerdi ve size Figen abla diyelim bari deyip kahkahalarla gülmüşlerdi. Tam bir kabustu,yer yarılsa da içine girsem,eve gitsem de bir daha gelmesem diye düşündüm ve nasıl ürktüm anlatamam. Daha birkaç ay önce öğrenciyken, yüzlerce öğrencinin öğretmeniydim artık ve işe önce öğrenmekle, öğretmeyi öğrenmekle başladım.
Her sabah bir gün bu işi bırakıp kendi kendimin patronu olacağım diyerek gittiğim okulumdan ve öğrencilerimden zamanla kopamaz hale gelmiştim. Babam hep derdi de inanmazdım. Tebeşir tozunu bir kez yutup, öğretebilmenin zevkine varınca bu mesleği bir daha asla bırakamıyorsunuz. Öğrencilerinizle gülüyor, onlarla üzülüyor, onlarla doğuyor ve sanki onlarla ölüyorsunuz. Sonra anlıyorsunuz ki; kendinizi kurtarmanın en iyi yolu başkalarını kurtarmak için çabalamak. Başka yüreklerde yaşamanın, küçük yüreklerde atmanın sevinci hiçbir yerde, hiçbir şeyde yok. Hayattaki hiçbir mutluluk bir şeyler öğretebilmekten, minicik yüreklerde bir mum yakabilmekten, o minicik yüreklerin tutunabilecekleri bir dal sımsıcak bir el olabilmekten daha büyük değil. Bu meslek başka
bir aşk. Her aşk gibi tarifi imkansız. Yalnızca içinizde hissediyorsunuz. Bu aşkla yanıyor, bu aşkla üşüyorsunuz. Size bakan minicik gözlerde kendinizi bir devmiş gibi görüyorsunuz.
Bana ve tüm öğretmenlere bu aşkı yaşattığınız için hepinize teşekkür ediyorum canlarım. Yüzünüzden gülücük, yüreğinizden sevgi hiç eksik olmasın.